6 Kasım 2018 Salı

Kamboçya Günlükleri



                                                                   
                                       
                                     




  River Side Backpackers. Duvarlar Banksy posterleri ile dolu ve tam ben laptopumun kamerasıyla fotoğraf çekerken bakın kim geliyor yeni arkadaşım Jake 14 aydır Kamboçya'da öğretmenlik yapıyor. Artık dönme zamanı diyor yılbaşında İngiltere'de olacağım. 

Hangi çağda yaşıyoruz kuzum.. wi- fi bulduğun yere otur bir ekipmanın varsa biraz da internet ve kendini pazarlama becerilerin... konuştur klavyeni cow* İnsan yazdığı metinle dürüst olmalı ya hani.. kime nerden sesleneceğini ve ortak bir espiri anlayışına nerden milleti uyandıracağını yemiş yalamış yutmuş olmalı ya da genel olarak popüler tabiriyle refleks haline getirmiş olması lazım değil mi? Gezi yazısı ya da günlük tutmak gibi değil edebi ya da haber metni de değil. Başka bir ismi olmalı bunun "blogging!?" "blogger" "Kamboçya Günlükleri" olsun bari.. basit olsun temiz olsun. Ama çüş günlük gibi de olmasın. Çok kişisel, bir değişimi, dönüşümü, izolasyonla sosyalleşmenin arasında "kadersizce" sıkışmış olmanın paniğini herkese anlatabilmenin yolları olması lazım. Yalnız kalmanın, insanın hırslarından, onun çirkinliklerinden uzak kalabilmenin tek yolunun ondan uzak durmak gibi bir lükse sahip olmak olduğunu göreniniz var mı? Panik; işte bundan oluştu çünkü.
 Bu sıralar böyleyim işte mercan dede den mevlana sözleri dinleyip yutkunamadığım günlerden geçiniyorum. "Ne gitmesi ne kalması mümkün olan öylece bir yerdeyim işte" "Kalsam canım yanacak gitsem hayatım öylece bi yerdeyim işte"
https://www.youtube.com/watch?v=7Y_A36Zmmso

İçinde bir de ninni teması yok mu neyin çaldığı uyusunda büyüsün temasına çok benziyor. Bak gene açtım ağlayacağım az kaldı.
 İnsan kendi kendini nasıl da provake ediveriyor. Bunu da atamızdan öğrendik. Acım acım acınmalar diye çağrılabileceğin pek iç açıcı görünmeyen haklı bile olsa kendine ait bir melankoliye düşmenin sonucu; bu diyalogların nahoşluğunun ağızdan kulağa hikayeleşerek dönüp dolaşarak patetikleşmenin, sen insanla mücadelenin çetinleştikçe çetinleştiğini yüklendikçe yüklendiğini omuzlarından yerin dibine doğru bastırıldığını ya da ayak paçalarına yapışan mezarçıkanlarının seni bir ölüm tarlası bataklığına doğru gömmek istediklerini hem hissediyor hem de diğer dostlara dönünce ve onları da sözle doğrularken duyunca dehşete kapılıveriyorsun. Ya dünya diyoruz böyle bize ne şimdi onun bunun kişisel ahvalinden Kamboçya'nın kaderi neyse Türkiye'nin de bak o. Sıra sıra acından ölecek geleceğin insan sınıfları. Büyürken insan alçaklıklarının  üzerine bulaştıkça üzüm gibi kararıp kurumanı özünden çok uzak yerlerde nefes alamayıp boğulmaya başladığına dışardan tanık olabilecek kadar antenlerin açıksa daha büyüyemeden yanıyor hamlaşıyorsun. Öyle bir dünya ahvali işte meyve dalında olgunlaşmadan çürüyüveren. Ham meyvalarla geçecek geleceğin bir keşifsel inovasyon çağında Türkiye ya da Kamboçya diye bir yer kalacak mı acaba?
  "What the hell am I doing here!?.. I don't belong here" diye başlamamışmıydı her şey bundan 20 küsür yıl önce ben 15 yaşındayken.  Bak ben kendi davranışlarıma açıklamalar getirip onlara bahaneler bulacak yaştayım o yollardan geçtim. Neden benim kuşağımın en baba mottolarından biri oldu bu? Hiç bir yere sığamadan yalnızlaşan herkes hep bir ağızdan o lirikleri usul usul söylerdi de bağıra çağıra söylerdi diyesim geliyor. O aralardan önce Cure dinleyip sevdiğim için Rock'n roll un daha fazla taraftar toplayan şovenist üyelerince ibneleştirildiğimi ta orta okuldan bilirim. Gay müziği! Sonraları İstanbul' Flatline'de konserlere gitmeye başladıkta mahalle arası trashcilerinden nefes alabildik.  Babam bana sen ince ruhlusun süzme bir zevkin var diye telkinler yaparken dayak yediğim beş katım iriliğindeki Ozan'ı da kendi nüfuzuyla karakoldan çıkarmış kahraman bir adamdır. İstanbul'a taşınmamız ben daha el kadarken ilkokul 5.. zaten koskoca bir travma idi. Şimdi bile 40 yaşında iliklerime kadar hissedebiliyorum yaşadığım o sevimsiz anların midemdeki baskısını.   Çevresel rekabet düzeninde; herkesin klanlaştıkça ya da çeteleştikçe diskrimine edebileceği yeni kurbanlarını bu çok bilen çok konuşan çok kritize eden hem onlarca fayda sağlayabilecek hem de lafını ağzında durduğu gibi taşıyıp kaşıyıp sakınmadan konuşan bu sosyal tutarsızı ben olarak adlandırıyorum artık. Yedimde de böyleydim Otuzyedimde de. Düzelmez sosyal kronik bir hastalığa sahip olduğunu ama bir türlü adlandırılamadığından "Bunda bir bok var ama hem iyi hem kötü biz adlandıramadık" hem devlet hastanesinin koyduğu tanı bu hem de içinden geçtiğim ve sosyal bir yıkıntıdan ibaret gördüğüm klantonik* ve düzenli olarak sarhoş insan ilişkilenmelerinin bana koyabildiği tanı da bu. Yalnızlaşmalarımızın öncülerine selam olsun. Yargısı geçerli ve uyulacak tek bir makam varsa o da iktidarı başlangıç gününden beri elinde tutacağı belli olan mal mülk sahipleridir. Onlarla savaşmanın anlamı büyük ama düzenin sahiplerine kafayı gömmenin boynundan yukarısını orda bırakıp kafasız yere yığılmak olduğunu; ölünce Allah adına cennete gideceğine inanmış bir militandan, bir intihar bombacısından farklı olmadığını da görmek lazım diye düşünüyorum. Biz kendi adımıza örgütlenip yaşamsal ahlakı öğrenmiş, paradan uzak, özüne daha yakın yaşamsal üniteleri yerli yerinde bir ocak kuramaz mıyız yalnızlaşmayı tercih ettiğimiz bu sosyal harabenin üstüne. Benim şansımdan mıdır yoksa hep yanlış kapılarda yanlış kilitleri zorlamamdan mıdır bilinmez.. Bunu dilinden düşürmeyen hayalini konuşabildiğin lafta "squatçıların" okuyup bilgi sahibi olanların bile devasa marazaları olduğuna tanık olunca insan kendi hem cinslerinden dahi ümidi kesiyor gemileri de faşırt diye yakmak her *hemcinsimde ortak bir özellik sanki. Karşılıklı kılıç çekmelerle mi geçecek yahu benim ömrüm? İnsanlara bir  layığıyla bir şey sunduğumda;  garsonluktan oyunculuğa, işletmecilikten pazarlama asistanlığa arkamda varlıklı bir aile olduğundan mütevazi tekliflere evet deyip geçtim. Hiç bir zaman hiç bir şeyin fazlasında gözüm olmadı. Ama ne zaman aile suyunu çekti o zaman ihtiyaçlar arttı. Sudan çıkmış balığa dönüyor insan.  Neden anamin babası Mücahit dedem gibi mülaim sevgi dolu bir baba olmayı tercih etmedim sanki? Oysa bu mülaimliğe uygun  evcimen bir naifliğe sahiptim. Bu iki tarafıya çatışan iki Ekim olmasa ve giderek hayat onu katıldığı marketlerin zararlı çıkanı kaybedeni noktasına getirip durmasa ki kendi ipini çekmek her zaman ona ait bir tekrarsal davranış biçimi olmuştur... Ailesinin varlığı izin verildiğince yağmalanan ve yağmalandıkça o varlıktan mahrum kalmaya da boyun eğen bir kuyu dibi kaderlisi olmaya kendi adını takmıştır.  Mahrum  piyasanın bu marazaları tetikleyen yegane şey her anlamda madde fiziksel, şekilsel her boyuttaki para, adını andığın anda nedense herkesin tüylerini diken eden uyuşturucu.. sanki bağımlılığın elli bin tane şekli olduğunu bilmiyor muyuz? her gün aynı saatte çakmak ye, çakmak bağımlısı oluyorsun bu da hayatını yönetilemez hale getiriyor. sanki kişiliği parçalayan tek madde uyuşturucuymuş gibi davranıyoruz hayırdır?  Bir bağımlının hasta olduğuna ikna olup düzelmesi; bir iktidar sahibinin kendi alçaklıklarının görmezden gelindiği bir ortamda herkesin eyvallah ettiği hastalığını görüp düzelme olasılığından çok daha fazla değil midir?  Sahip olmanın hapsedici tutkusu, rekabetin verdiği huzursuzluk, yaşamsal güvencenin olmayışının,  ne kadar güçlü ve dayanıklı olursan ol her an ayağın kayabileceği kaygan bir zeminde düşman hatları belleyip  belleyip onlarla savaşmak lazım değil mi yönetip yönetilebilir hale getirmenin kişisel ve minyatür yolları kişisel Faşizm. Kendin çok az bahseden tarihinden ne bok yediğinden asla haberin olamayacağı gizli kapaklı saman altı Faşizm. Demokrasi savaşı veren faşizm! Aman kimse üstüne alınmayagörsün "şşş birader hdp lisin ama faşosun bence. Feodal duvarların al alyuvarlarında yer etmiş, erkek çocuğu! Kalan mirasın büyük verasetini yiğiyon kendine gel! Müslüman ol daha iyi. Bak seni inandığın hiç bir ahlak kurtaramadı. Namaz kılan bir çocukken daha iyi bir çocuktun sen gibi geliyor bana. Ne oldu da dinden çıkıp komünist olunca kural yok limit yok wanna be si gibi bişey oldun.
 Faşizm bir ideoloji değil kaba kuvvetle rakibini ezmek adına düzenlenmiş bir takım vahşi ve merhametsiz savaş ve yok etme teknikleri geliştirme noktasına gelmenin adıdır. İnsanın aşağılıklarından en büyüğü bu ikiyüzlülük değil midir? Bir lümpeni en çok ele veren kaybedişe verdiği tepki değil midir? Buna devlet faşizmiyle kavga eden adını anti - faşist koymuş ana babalarımızın, büyüklerimizin faşizmi de dahil. Despotluk kendine muhtaç olana yapılır. Kendi eşitine gösterilen saygı statüsel ve hiyerarşik düzende emek verene gösterilmez. Ondan susması, önündekini yemesi, verdiğinin karşılığını beğenmiyorsa da yerine hemen başkasının bulunabileceğinin söylenmesi ile bir önceki gecenin ritüelinde söylenen takdirli sevgili sözcükler ile kanlar coşmuş, yanak yanağa dans ediyor olmanın arasında bi polar bir hastalığın sosyalleşmiş halinin içler acısı devasa bir portresi duruyor yeryüzünde.  Güvencesinin varlığı ya da yokluğunun bir çağrışım yapmadığı, mülk sahipleri tarafından istismara açık dünyanın her yerine dağılmış gurbet eldeki kişicağızların; formasyon sahibi, yetenek sahibi emek bilgi sahibi olduğuna bakılmaksızın ertesi günü otoritelerine yönelik bir gerçekliğin ezilmişliğinin izlerini göstermemek için sağa sola bir yerlere saklanmış olmaları gerektiğine tanık olmak onur kırıcı bir yıkım gerçekten. Babam bana asilik etme der dururdu. Kime yapmadım ki? Okulda öğretmenime iş yerinde patronuma sokakta devlete.. Babam ki asiliği en asil şekliyle becermiş merhumlarımızdan biridir. Ruhu şad olsun ölümsüzdür. Bu yeni günlükler dizisini ona ve çok sevdiği Sait Faik'e adayım. Tepeden tırnağa betimlediği şu faytoncu bu tuk tuk şöförüne ne kadar benzemiyor mu? Evde bekleyen dört aç biri hasta karıncağız yok mu? Sonra o cefakar ana aynı ana değil midir? İnsafın ve insanlığın anlatılagelebilmiş en keskin sırtı her var oluşa yataklık eden ve emziren kutsal dünyanın her yerinde aynı kutsal değil midir? Aynı "maküs" talihe sahip halklar birbirini daha iyi anlarlar, dünyanın ister öbür ucunda ya da yaşamın var olduğu apayrı bir gezegende olsun. Şu yaşam denen mucizevi akış ve deneyimin vicdanları rezone ettirebildiğine," tanrının ışığı" diye çağırılan o yalanlaştırılmış özsüz bırakılmış öze daha yakın olmak için hala şansımız varken tertemiz kanımızla hep bir ağızdan helal süt emmiş, şeyleri pantolonlarına sığmayan kostak delikanlılar gibin. Şu hayatta en sevimsiz bulduğum erkek mottosu "Ben kimseye güvenmem" gibi bir laftı... çünkü sen kimseye güvenmezsen kimse de sana güvenmez di karşılığı. Ama adam haklıymış be ya! Hayallerim taşaklarıma dönüştü çok af edersin; Güven dediğin şey tamamen bankaya göstereceğin ipotekli bir ihaleden farklı değilmiş meğer! Bu maddi meselelerden oldum olası anlayabilmiş değilim. İki tamir edilmez şey varsa biri onur ikincisi güven.

https://www.youtube.com/watch?v=jmR9F12CVIM

Breaking into heaven 
I've been casing your joint
For the best years of my life
Like the look of your stuff
Outta sight
When I'm hungry and when I'm cold
When I'm having it rough
Or just getting old
Listen up sweet child of mine
Have I got news for you
Nobody leaves this place alive
They'll die and join the queue
Better man the barricades
I'm coming in tonight
Had a line of my dust
Outta sight
When I wonder and when I roam
I'll find a soul I can trust
I'm coming home
Listen up sweet child of mine
Have I got news for you
Nobody leaves this place alive
They'll die and join the queue, sing it
I'm gonna break right into heaven
I can't wait anymore
Heaven's gates won't hold me
I'll saw those suckers down
Laughing loud at your locks
When they hit the ground
Every icon in every town
Hear this, 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder